Çumra Evde Masaj Hizmetleri – Masör Ece

Çumra Evde Masaj Hizmetleri – Masör Ece

Çumra Evde Masaj ile iki kızları, bir bakıma bizim ailenin bir kopyasıydı. Hikâyeme Cornichon Ailesi adını taktım. Bir akşam, annem babama okudu hikâyemi. Annem pek güldü yazdıklarıma; babam da gülümseyerek beğenisini kanıtladı. Dedem, tüm sayfalan baştan başa bembeyaz, san ciltli bir defter mükafaat etti bana. Lili Teyzem de, o güzel yazısıyla, hikâyemi bu deftere temize çekti. Bu, varlığını bana borçlu, hemen hemen elle tutulacak kadar gerçek nesneye gururla baktım. Aynı ölçüde başarılı olmayan iki üç denemem daha oldu. Bazen oturur, ileride yazacağım kitaplara ad düşünmekle vakit geçirirdim.

Çumra Evde Masaj köye gittiğimiz zaman, kitapçılık oynar; huş ağacının gümüşi yaprağına Gökler Kraliçesi, manolyanın parlak yaprağına Kar Çiçeği adını takardım. Dağarcığımda ne var ne yok, dataç bir tavırla ortaya dökerdim. Büyüyünce ne olacağıma bir türlü karar veremiyordum. Kitap yazacak mıydım, satacak mıydım. Ama ne olursa olsun, kitaplar, bence dünyadaki en kıymetü şeylerdi. Annem Saint-Placide sokağındaki bir kitaplığa üye olmuştu. Metronun tünelleri benzer biçimde sonsuzluğa uzanan, kitaplarla çevrili bu koridorlara dalmam, aşılmaz engellerle yasaklanmıştı. Geri kalan ömürlerini, siyah ciltli, sırtlarında kırmızı veya turuncu dikdörtgenler içinde adlan yazılı kitaplar arasında geçirebilen, yakalan balinalı elbiselere bürünmüş ihtiyar kadınlara imrenerek bakardım.

Çumra Evde Masaj

Çumra Evde Masaj dünyanın bütün sözcükleri, suskunluklarına gömülmüş, ciltlerinin kasvetli tekdüzeliği içinde gözlerden gizlenmiş, keşfedilmeyi bekleyerek orada duruyor- lardı. Bu tozlu koridorlara kendimi kapatıp, bir daha hiç dışarı çıkmamayı düşlerdim. Yılda birçok defa Châtelet Tiyatrosu’na giderdik. Avukatlık yaparken, babamın yazman olarak yanında çalıştığı Alphonse Deville, Şehir Meclisi Üyesi olmuştu. Meclis Üyelerine ayrılan loca davetiyesini bize verirdi. Böylece, Seksen Günde Devrialem şeklinde bir sürü oyun görmek olanağını bulurdum. Kırmızı kadife perdeye, ışıklara, dekorlara ve çiçek balesine bayılırdım.

Fakat sahnede olup bitenler, benim için hep ikinci planda kalırdı. Oyuncular, bir taraftan fazlasıyla gerçektiler; ama hem de da yeterince gerçek değillerdi. En muhteşem olanı bile, bir peri masalının eline su dökemezdi. El çırpıp alkışlar, hayretten soluğum kesilir; ama içten içe, kitaplarımla başbaşa geçireceğim sessiz bir günü yeğ tutardım. Beyaz perdeye gelince, annemler bunu pek bayağı bir eğlence olarak görürlerdi. Şarlo’nun, çocuklar için bile, fazlasıyla çocuksu olduğu kanısındaydılar. Bir gün, babamın bir arkadaşı, özel bir film gösterisi için davetiye vermiş; L’Amı Fritz’i seyretmiştik. Herkes, filmin güzel olduğunu kabul etti. Birkaç hafta sonrasında, gene özel davetiye ile Camargue Kralı’na gittik. Sansın, tatlı bir köylü kızıyla nişanlı olan filmdeki çocuk, deniz kıyısında at sürüyordu. Giderken giderken, gözleri alev alev, çıplak bir çingene kızına rastlıyordu.

Kız, atın boynunu okşuyordu. Kızla oğlan uzun bir süre gözlerini birbirlerinden ayıramıyorlar; sonrasında oğlan, kızla beraber, çalıların arasındaki bir kulübeye giriyordu. Tam bu sırada, annemle anneannemin yan gözle bakıştıklarını görmüş oldum. Sonucunda, bu hikâyenin benim o el değmemiş yıllanma uygun düşmediğini sezdim; fakat nedenini anlayamadım bir türlü. Filmin sonunda, sansın köylü kızı, bataklığa doğru koşup, çamurlar içinde kaybolurken, günahların en büyüğünü oğlanla çingene kızın işlediğini hiç mi hiç anlayamadım. Sansın kızın, onuru uğruna kendim feda etmesi de hiç etkilemedi beni. Altın efsane’de hatta Canon Schmidt’in masallarında çok daha açık saçık görüntüler okumuştum.